Trending Topic

Untitled Document

21 Kasım 2018 Çarşamba

Milliyetçilik Bir Hastalık mı?

Selam.İzninizle biraz içimde biriktirdiklerimi kusucam. Ya da yemişim izninizi.Eğer şu anlatacaklarımı okursan ve bana biraz olsun hak verebiliyorsan, sahiden yalnız olmadığımı hissettireceksin bana.Birazdan anlatacağım ufak anımda, zerre kadar bir abartmaya kaçarsam da Allah benim belamı versin. Eksiği olacak, fazlası olmayacak.Ben bu ülkede sömürge zihniyetli bir üniversitede okudum, oradan mezun oldum. Ciğeri beş para etmez hocaların, sırf Fransız oldukları için nasıl el üstünde tutulduklarına, nasıl bin bir türlü kapris yaptıklarına ve adeta nasıl üst insan modeliymiş gibi davranıp, o şekilde muamele gördüklerine şahit olduğum her geçen gün daha da nefret ettim okulumdan. Sadece okuldan değil, tüm bu manzaraya rağmen o okulu sahiplenen ve o çok müthiş Fransız kültürüne hayranlık besleyen kimi arkadaşlarımdan da içten içe nefret ettim. Güzel arkadaşlarım olduysa da, hiçbir zaman, hiçbir aidiyet hissedemedim oraya. Belki de üniversiteye kadarki eğitim hayatı zibilyon tane derece almakla geçen, dershanelerin deneme sınavlarında ilk 3'e falan girip burs kazanarak hayatı boyunca ailesine tek bir kez bile dershane parası ödetmeyen şahsımın, o okulda hiçbir zaman başarılı bir öğrenci olmayışının ve bunun için hiçbir çaba sarf etme gereği duymayışının yegane sebebi de buydu. Artık bir şeylerin içinin boş olduğunu fark etmeye başlamıştım ufaktan.İsim vermeyeceğim, bizim bölümde işinin hakkını veren Türk bir hoca vardı. Koca fakültede kendini geliştiren, sürekli yeni makaleleri takip eden, anlattığı o artık geçerliliğini yitirmiş iktisadi teorilerin ne kadar saçma olduklarının farkında olup da öğrencilerine güncel bilgiler vermeye çalışan ender hocalardandı. Sosyal bilimler böyledir, genel geçer kurallara varman zordur, koca iktisatçı Keynes'in bile bu kadar nam salmasının sebebi, çoğu fikrinin takribi 40 sene ayakta kalabilmiş olmasıdır. Her neyse, bizim hocadan bahsediyordum. Bu adamın ne derece zeki olduğunu fark etmen için tek bir dersine girmen yeterliydi, herif ders anlatırken upuzun diferansiyel denklemi namaz kılan babaanne edasıyla 3 saniye "mırmırmır" diye söylenip zihninden çözüveriyordu. Genç denilebilecek bir yaşta olmasına rağmen ne kadar birikimli olduğunu anlaman için de tek bir dersine girmen yeterliydi. Sorulan her soruya vereceği mantıklı bir cevabı muhakkak vardı. Koca okul hayatımda girmek istediğim tek dersler onunkilerdi.Yine isim vermeyeceğim, bir de nasıl olduysa profesör ünvanı almış sikindirik bir Fransız hocamız vardı. Ekonomi bölümünde türev almayı bilmeyen profesör olur mu? Oluyormuş işte, bunu gösterdi bana bu herif. Neyse, sırf yoklama alıyor diye mecburen gittiğim derslerin birinde, neredeyse durduk yere diyebileceğim bir sebepten ötürü papaz olmuştuk bununla. Artık herife pis bir enerji mi yayıyordum, hayvansal içgüdüleriyle bir şeyler mi hissetti nedir, anlamadım. Hatta eşek kadar halimle "niye kalemin kağıdın yok?" diye saçma sapan bir bahane bulup dersten bile atmıştı beni. Hayatımda çalışmadığım dersi, bu ibne evladının vizesi için çalıştım. İsmim Ayşe, Mehmet olsa en azından bir 80 vereceği kağıda, sikinin keyfine göre 30 küsürlü bir not vermişti. O "hoca bana taktı" olayı gerçek yani ehehe, bildiğin mimledi herif beni. Ve bu ibne evladının, sanki dersinde çok önemli şeyler anlatıyormuş gibi, son senede tek dersten öğrenciyi bırakma huyu vardı, bunun yüzünden kaç arkadaşımın okulu uzamıştı. Final vakti geldi, kara kara düşünüyorum. Bu herif bırakacak beni, ne yapsam diyorum. Sonra baktım bu herif bir kitap yazmış, hah dedim. 300 sayfalık, eğitim ekonomisi hakkında bir kitap. Kitabı hızlıca bir taradım. Tunus, Cezayir, Fas gibi eski Fransız sömürgesi ülkelerin verilerini toplamış, bir şeyler anlatıyor. Sonuç bölümüne geldim, kitabın sonuç bölümü şuna bağlanıyordu: "Kalkınmak için devletin eğitime yatırım yapması gereklidir". Ulan be beyin nöronlarını siktiğimin salağı, bu vardığın sonucu 250 sene önce Adam Smith demişti, bu vardığın sonucu 250 sene önce Adam Smith söylediğinde bir kıymeti harbiyesi vardı. Herif 300 sayfa boyunca, bin bir tane dipnot da vererek adeta eski bilgilerin üzerinden karbon kağıdıyla geçerek Amerika'yı yeniden keşfetmiş. hamallık etmiş. Lan dedim içimden, böyle saçma sapan bir kitabı dünyada ancak 20 kişi okumuştur. Yarısı buna profesör ünvanı veren kuruldur, yarısı da "oku la ehe mehe" diye emrivaki yaptığı arkadaşlarıdır. Bu hıyarın kitabının sonuç bölümünü bildiğin ezberledim, finalde de aslan payını oluşturan bölümü eğitim ekonomisi hakkında sordu (başka hakim olduğu bir konu olup olmadığından şüpheliyim). Finalde, bu herifin kitabındaki sonuç bölümünü biraz farklı kelimeler kullanarak, yani gavurun deyimiyle "paraphrase" ederek döşedim. BA gibi bir notla geçirdi beni. Artık vizesi 30 olan öğrenciyi nasıl o not ile geçirdi orasını anlamadım, 100 üzerinden 150 vermesi falan gerekiyordu zira. Artık birileri tarafından "siklenmiş olma"nın keyfine nasıl vardıysa "vay be, kitabımı okumuş ehehe" diye coşmuş amcam.Neyse, bir gün bizim okulda bir konferans verdi bu adam. Dinleyen yaklaşık 50 kişi var, çoğunluğu da zoraki olarak biz öğrencileri. Baktım, en önde de şu az evvel anlattığım, işinin hakkını veren Türk hoca var. Bizim bu aslan parçası, adeta not tutmak için en öne oturmuş çalışkan bir öğrenci edasıyla kocaman bir defter açmış, elinde kalemi, notlar almak için konferansın başlamasını bekliyor. Zaten o manzarayı görünce bir kahroldum, içimden "ulan normal koşullarda senin ona konferans vermen lazım" diye hayıflandım. Konferans bitti, yerimden kalktım, bizim Türk hocanın defterine baktım. Bomboştu. Neden biliyor musun? Çünkü adam 2 saat konuşup hiçbir şey anlatmamayı başarmıştı. Hatta yarım saat boyunca Kamboçya'da çektiği derme çatma bir okul fotoğrafını gösterip, sıradan bir insanın bile yapabileceği kahve muhabbeti yaptı.O okulda geçirdiğim her gün, benim yabancı düşmanlığım da, Atatürk'e olan sevgim de gayri ihtiyari olarak arttı. Yabancı düşmanlığı derken yanlış anlaşılmasın, sırf Batılı olduğu için ülkemde istediği gibi at koşturan insanlardan bahsediyorum. Deniz Gezmiş'in idam sehpasına çıkarılmak üzere girdiği hapisteyken babasına yazdığı bir mektupta dediği gibi, "Küçüklüğümden beri yabancılardan nefret ettim... Bu toprakları yabancılara bırakmayacağız" minvalinde bir yabancı düşmanlığı.Tamam zaten ekonomik olarak küresel şirketlerin ve bankaların elindeyiz, bağımsızlıktan bahsetmek mümkün bile değil, bunların farkındaydım. Ama bazı şeyleri gözle görmek, birebir tecrübe etmek bir başka tesir ediyor insan üzerinde. "Orduya ilk katıldığım günlerde, bir Arap binbaşısının 'Kavm-i Necip evladına sen nasıl kötü muamele yaparsın' diye tokatladığı bir Anadolu çocuğunun iki damla göz yaşında, Türklük şuuruna erdim." diyen genç Mustafa Kemal o gün neler hissettiyse, aynılarını hissediyordum o okulda geçirdiğim her gün. Lan dedim içimden, bu adam boş yere milliyetçi ve devletçi olmamış.Ben milliyetçiliği, sonunda ölüm olan ve ertesinde Allah'ın huzurunda sorguya çekileceğimiz bu dünyada bir varoluş gayesi olarak da, hayat amacı olarak da görmüyorum. Sadece etnik milliyetçiliğe varmamak koşuluyla, bu dünyada var olmamız için gerekli ve şart bir araç olarak görüyorum. Bireyci bir insan olsam da, "ben" olabilmem için, bir "biz"in varlığına ihtiyaç duyuyorum.Kurtlar bile sürüyle dolaşır. Alfa çift için en önemli şey, sürüsünün hayatta kalmasıdır ki kendileri de hayatta kalabilsinler.Geçen sene, şu kıyıya cansız bedeni vuran Aylan Bebek olayı patlak vermişti hatırlarsınız. Onun üstüne de tüm Avrupa ayağa kalkmıştı. "Suriyeliler yalnız değil ehiri ehen" diye çeşitli sempatik ifadelerle mülteci almak istediklerini, gerek internet'e yükledikleri bireysel video'larla, gerek gazetelerinde bas bas bağırır olmuşlardı. Lan dedim, iyi de yıllardır açıkta zaten bu Suriyeliler, hayırdır, hangi dağda kurt öldü? Demek böyle sükseli bir haber lazımmış insanların dikkatini çekmek için, diye düşündüm. O vakit bu haberleri görünce, biraz da olsa insanlığa olan güvenim canlanmıştı. Güvene nasıl açsam artık... Hele hele Almanya'da, İskandinav ülkelerinde çiçeklerle karşılanan, o hoş melodili ve acıklı müzikli mülteci video'ları "helal lan" dedirtmişti bana da.Dış basını sık takip ederim ben. Derken Aylan Bebek olayının üzerinden birkaç ay geçti, ufak ufak homurdanmaları duyulur oldu beyefendilerin. Mültecilerin sıkıntı yarattıklarından dem vurur oldular. Birkaç ay daha geçti, artık bu sefer alenen Avrupa'daki mültecilerin bir sorun olduğunu bas bas bağırır hale geldiler.Davulun sesi uzaktan hoş geliyor tabi, amına koduklarım sizi.Derken geçen sabah hep beraber öğrendik ki, Avrupa Birliği bu mültecileri Türkiye'ye kakalama konusunda ikna etmiş bizimkileri.Yani çiçeklerle karşıladıkları garibanları, "siktirin gidin" diye kovuyorlar.Şovlarını yaptılar, reklamlarını yaptılar, tüm dünyaya insanlık dersi verdiler ve 3-5 ay sonra da siktiri çektiler. Tıpkı o UNESCO'larla, UNICEF'lerle yaptıkları göstermelik iyilik seansları gibi.Hiç abuk sabuk politik bahaneler uydurmayın oğlum, Avrupa bu. 19. yüzyılda Malthus'un da etkisiyle fakirlerin göz kirliliği yarattığını ve onlara sosyal yardım yapılmaması gerektiğini savunan, sözü etkili, aşırı liberal fikir adamlarına sahip bir kültür bu. Daha 20 sene evvel yanı başlarındaki Bosna'da olup bitenlere "Onlar bizden değil" diye sesini çıkarmayan insanlar. Hiç öyle "iyi ama bu politikacıların suçu ehihi" de deme bana. Tıpkı bizdeki gibi, tüm toplumlar kendi hak ettikleri politikacıları başa getirirler, daha doğrusu o nabza o şerbet uygun görülür. O politikacılar öyle etkili herifler değildir, iradeleri yoktur, fakat bir toplumun karakterini sembolize ederler. Tıpkı Donald Trump gibi bir ruh hastasını başa geçirme ihtimali olan Amerikan toplumu gibi. O olmazsa da, daha 10 sene evveline kadar George Bush gibi inanılmaz derecede akıl hastası bir adamı kendisine layık gören bir toplum bu. Soykırım üstüne kurulu oldukları halde geçmişiyle övünen insanları var bunların ve sayıları hiç de az değil.Benim şu ufacık ömrümde ve kendi çapımda edindiğim tarih bilgimle öğrendiğim yegane derslerden biri şu oldu: Dostun batıysa, düşmana ihtiyacın yoktur.Yalan yok, Türkiye'deki bu akıl almaz ahlaki çöküş yüzünden benim de aklıma çok geldi "Lan acaba yurt dışına mı yerleşsem? Hem okur hem çalışırım." fikri.Ama yok. Dünyada şerefsizlerin baskın gelmediği bir toprak parçası yok.Yıllar evvel aklımdan sildim o fikri. Burada doğdum, gücüm yettiğince burada mücadele edicem dedim kendi kendime. Olmazsa da, eğer her şey tükenirse, Nisa suresi 97. ayet gereği göçecek bir yer bulurum elbet dedim.Bazı değerlerimizi çoktan kaybettik biz. Bu elbet kasıtlı olarak empoze ediliyor toplumlara. Fakat insanlar kötülüğü seçmeselerdi, empoze edilen bu yemleri yutmazlardı. İnsan, içinde iyiliğe de kötülüğe de inanılmaz bir potansiyel taşıyor, ikisine de olan potansiyelinin ucu çok açık. Ve insan, kendisini tanıdıkça, insanoğlunun kötülükte ne kadar ileri gidebileceğini daha da iyi fark ediyor.2040'tan Mektup diye bir yazım vardı, kelimelerin anlamlarının değiştirildiğini ve bu sayede insanlara farklı kavramların, aynı kelimeler üzerinden yavaş yavaş kakalandığını anlatmaya çalıştığım kısa bir öyküydü. Misal din adamları tarafından en çok suistimal edilen ve anlam kaymasına uğratılan kelime "şükür"dür. Ben Kuran'da tek bir cümleye bile rast gelmedim fakirliğin övüldüğü veya aza kanaat etmenin tavsiye edildiği... Ama nedense "şükür" yüzyıllardır bizim toplumumuzda böyle tembih ediliyor, böyle algılanıyor. Neyse konumuz bu değil, misal olsun diye verdim sadece.Aynı şekilde, dünya çapında anlam kaymasına uğratılan bir diğer kelime de "milliyetçilik". Sanki ırka dayalı bir kökeni varmış gibi, ırkçılıkmış gibi lanse ettiriliyor yıllardır. Ve insanlar akıllarını işletselerdi, bu yemi de yemezlerdi elbet."Dünya vatandaşı" diye bir tanım türedi artık. Kaşarlanmış okuyucularım az çok bilir bu ifadenin hangi gruplar ve kuruluşlar tarafından kakalandığını. Tek dünya devleti kurma emelindeki, küreselleşme yanlısı elitten bahsediyorum. Eğer bir toplum, vatan ve millet bilincini yitirirse geriye toplum değil, güdülmeye mahkum sürüler kalır.Her taşın altından çıkar bizim Rockefeller ailesi. Bu işin okullarını kurar, batıcı ve küreselleşme yanlısı eğitimler verir, öğrencilerin beyinlerini yıkar. Genç bu, beyni vakumlu süpürge gibidir, ne verirsen emer. "Dünya vatandaşlığı" ve "küreselleşme" konulu bir seminerin görüntüsünü aldığım bu kare, ABD'deki Dartmouth Üniversitesi'nden. Dünyanın genelinde de durum farklı değil.Bob Marley'in "Could you be loved?" (Seviliyor olabilir misin?) şarkısı baştan aşağı bu tezgaha küfreder. "Don't let them school you" (Seni eğitmelerine izin verme) diye bağırır adamcağız.Ben açıkçası kahroluyorum, kendisine zerre kadar değer vermeyen insanların gözüne girmeye çalışan bu kadar genci gördükçe. Kendilerine "Özgürlük, demokrasi, insan hakları" adı altında, "aç ağzını aç kamyon geliyor" dercesine yutturulan bu yeme kanan insanları gördükçe ben kahroluyorum. İnsanların çok ama çok büyük çoğunluğu bu güzel ahlaki kavramları savunmaz, bunları kendi çıkarları doğrultusunda kullanır, suistimal eder. İlericisi de, gericisi de. Batılısı da, doğulusu da. Siklerinde değildir ne özgürlük, ne de insanlık.Bizim insanımız da modernleşme peşinde koşucam diye iyice sömürge zihniyetli kişilere dönüştürüldü yıllardır.Ben baya baya yalnız hissediyorum artık. Zira "ben" olarak varlığımı sürdürebilmem için "biz"e ihtiyacım var. Ama artık biz kim, onlar kim, çıkamıyorum bu işin içinden. Sabır diyorum içimden, sabır. Ha bu arada, din adamları tarafından en çok suistimal edilen kelimelerden biri de budur: Sabır. Sabır sinmek değil, mücadele etmektir. Neyse konuma dönüyorum ben.Şu meşhur Matrix'in yapımcısı olan spiritüalist Wachowski Kardeşlerin bir filmi var, Cloud Atlas diye. Aslında baştan aşağı analizini yapmak lazım bu tipik Hollywood propagandasının da neyse, ben şimdilik konuyla alakalı parçayı alayım. Film topyekün bir New Age propagandasıdır ki artık yıllardır yaldır yaldır bağırıyorum New Age'in panteist bir tek dünya dini projesi olduğunu. Cloud Atlas, sikimsonik bir reenkarnasyon hikayesi üzerine kuruludur. Milliyetçiliği eleştirir, tek dünyacı küresel mesajlar verir. Milliyetçiliği eleştirmez bile aslında, milliyetçiliği ırkçılık olarak gösterir ve milliyetçiliğin ancak cahil, alt tabaka insanlar tarafından sahiplenilen bir kavram olduğunu yedirir izleyiciye.Misal bu yaşlı emmi, kötü birilerinden kaçarken bir bara girer ve kötülerin elinden kurtulmak için bağırır. Çakallık yapıp dikkatleri üzerine çeker.Heeeyt diye bağırır. Bundan sonrasında alt yazıları okuyun.(İskoçlu ne amına koyim, hazırlayacağınız alt yazıyı sikeyim)Bahsettiği kötü İngilizler bunlardır:Ardından bardaki ahali "Tamam dayı, mevzu bizde" diyerek emmiyi sahiplenir. Şimdi cast seçimindeki tiplere iyi bir bakın. Milliyetçi duygulara sahip İskoç tipler bunlardır:Kör göze parmak sokulurcasına verilen mesaj gayet nettir. Milliyetçilik ancak böyle cahil ve varoş kimseler tarafından sahiplenilir. Ve milliyetçilik ırkçılıktır.Bu filmde 6 farklı hikaye iç içe anlatılır, böyle sikimsonik ve hesapta sanatsal bir tekniği vardır ki eminim izleyenlerin yarısından çoğu tıpkı Matrix filminde olduğu gibi filmden hiçbir sikim anlamamış halleriyle "çok iyi abi yaa" demiştir. Wachowski Kardeşler hiç motoru soğutmadan hemen bir sahne sonra, diğer hikayelerden birine geçer ve yine aynı mesajı izleyiciye tekrar yedirir:Bu sahnede de "kötü adam", bu kadına "Kapa çeneni amına koduğumun Meksikalısı" diye bağırır. Oradaki küfürü lanet diye çevirmişler tabi ki ehehe.Verilen mesaj yine açıktır, milliyetçilik ırkçılıktır ve kötü adamlar tarafından sahiplenilir.Ardından birkaç sahne sonra bizim Meksikalı abla, kötü adamın arkasından sessizce gelir, demir bir sopayla öldürene kadar vurur herife.Adamı öldürene kadar, kafasına defalarca demir sopayla vurur. Ve burada izleyiciye şeytani bir manipülasyon tekniği uygulanır. Teyze, vahşi bir yamyama bağladığı bu sahnelerde İspanyolca konuşur. Konuşmaları kasıtlı olarak İngilizce değildir, zira teyzenin varoş ve cahil bir imaja sahip olması istenir. İspanyolca "hebelübe lübehübe" diye konuşturulur. Zira birazdan kendisi, vahşice öldürdüğü adama şu sözleri söyleyecektir:Verilen mesaj yine açıktır. Milliyetçilik ırkçılıktır ve ancak böyle ilkel, varoş, cahil insanlar tarafından sahiplenilir.Şimdi ben burada böyle anlatınca, bu manipülasyon teknikleri çok basitmiş gibi görünüyordur size. Hani Bob Ross Trt'de müthiş bir manzara resmi çizer, o çizerken sana çok kolaymış gibi gelir. Sonra çocuk halinle gaza gelip evde guaj boyayla veya sulu boyayla sen de manzara resmi çizmeye koyulursun ve yarrak gibi bir resim çizersin. "Hassiktir lan, o ibne yapınca kolay gözüküyordu" diye de sinir olursun. İşte bu da o hesap. Öykü içerisinde çok sinsice yediriliyor bunlar izleyiciye. Müthiş efektli ve sanatsal imajlı bu film, izleyiciye hesapta "evrensel" barış mesajları veriyordur. Oysa sırf şu sahnelerde bile yapılan şey, açık bir manipülasyondan ibarettir. Milliyetçilik ile ırkçılığı iç içe sokarlar, birbirine karıştırırlar ve izleyicinin zihnine "milliyetçilik cahilliktir" kodunu yerleştirirler. Hollywood ve medya, küresel elitin en büyük silahlarından biridir.Önceki yazılarımda sıkça bahsettiğim Stratfor'u hatırlayacaksınızdır, bir nevi küçük CIA'dir, CIA'e bağlı bir think-tank kuruluşudur. 2014 yılında yayınladıkları şu makaleyi zamanında not etmiştim ama şimdiye kullanmak nasipmiş. Brezilya'daki 2014 Dünya Kupası hakkında şöyle bir makale yayınlamışlardı:"Dünya Kupasında milliyetçilik sürüyor"Abiler milliyetçiliğin yıkılmamasından rahatsız olmuşlar. Eh söylememe lüzum dahi yok, makalenin içeriğinde ufaktan ufağa milliyetçiliğe giydiriliyor elbette.Velhasılıkelam, uzatmaya gerek yok. Ben anlayana sivrisinek saz misali birkaç örnek verdim size. Tek dünya devleti kurma amacındaki küresel elit, milliyetçiliği tukaka gösterir ve ulus devlet kavramını artık yeryüzünden kaldırmak ister.Vatan ve millet bilincini kaybetmiş, birlik olmayı becerememiş toplumların başına neler geldiğini sırf yakın coğrafyamızda olan bitenlerden ve içimizde patlayan bombalardan bile görüyoruz. Önce Yugoslavya'yı böldüler, Bosnalıları katlettiler. Yıllardır Ortadoğu'yu bölüyorlar, o insanların halleri ortada. Yakında bizim de Suriyelilerin durumuna düşmeyeceğimizin garantisini kimse veremez. Evet bir Ortadoğu ülkesi değiliz, bir devlet geleneğine sahibiz, fakat artık millet bilincimizi gitgide kaybediyoruz. Değerlerimizi yitiriyoruz.ABD önce bizzat Ortadoğu'ya girdi, sonra bölgeden çekildi ve Şii-Sünni savaşlarıyla, Selefi-Kürt savaşlarıyla "yiyin lan birbirinizi" dedi.Eğer biz de birlik olmayı başaramazsak, birbirimizi yiyip bitirirsek, aynı yemi yutmuş olucaz.Osmanlı, son yüzyıllarında artık bilimdeki gerilemesiyle, uyuşukluğuyla ve cehaletiyle batmaya mahkum bir devlet haline gelmişti. Fakat Osmanlı'nın çöküş sürecini hızlandıran bir diğer etmen de Jön Türk akımı oldu. Batı'yı taklitçilikten öteye gidemeyen bu herifler, kendileri çok matah bir bokmuş gibi kendilerini milletten üstün gördüler. Aynı günümüzde, kendisi çok bir sikime derman oluyormuş gibi başkalarına "çomar" diyen tipler gibi. Yok öyle yağma, eğer sahiden eğitimliysen ve samimiysen, derdini izah eder, çabalar ve üretirsin.Şu siktiğimin ölümlü dünyasında birbirimize caka satmanın, ego yarıştırmanın, boş gururlara girmenin ve modernleşme ayağına içi boş kavramların peşine düşmenin anlamsız olduğunu fark ettiğimiz gün, birlik olabiliriz. Bunları ilericisine de, gericisine de, bu ülkede birbirine kırdırılmış kaç kutup varsa hepsine söylüyorum. Bu işin şucusu bucusu olmaz, ancak ve ancak; iyisi olur, kötüsü olur, insanlar ancak bu iki gruba ayrılabilirler.Ben bireyci bir insanım, fakat birey olarak "kendimi gerçekleştirmem" için sağlam, sağlıklı ve bilinçli bir toplumda yaşamam lazım. İyi işler yapmak için iyi yaşamak lazımdır. Ben bu ülkede üretmek, bu ülkede çalışmak, bu ülkede zekatımı vermek istiyorum. Çünkü burada doğdum. Burası benim vatanım. Burayı terk etmek istemiyorum.Ya birlik oluruz, ya da beraber yok oluruz.Selam.
//DENEME